İŞGAL ALTINDAKİ RUHLARIMIZ VE ÇERKESCE

İŞGAL ALTINDAKİ RUHLARIMIZ VE ÇERKESCE

Onlar bilmiyorlardı ama Tanrının dilini konuşabilenler yeryüzünde sadece onlardı. Ülke ülke savrulmuşlardı. Anlamlandıramadıkları bir kutsallık taşıdıklarını biliyorlardı ve yaşayageldikleri gibi yaşamaya devam ettikçe kutsallıklarının sürdüğünü hissediyorlardı. Önce, ülke ülke savrulan bu insanlar o ülkelerin değişik bölgelerine parça parça savrulmaya başladılar. Zaman geçtikçe kutsallıklarını yitirmeye başladıklarını hissettiler. Onlar artık savruldukları ülkelerdeki insanlar gibi yaşamaya başlamışlardı. Hepsi anlamlandıramadıkları kutsal bir acı hissediyorlardı. Ne yapsalar ne etseler de gereksiz bir çabaydı ve acı her geçen gün güçleniyordu. Acılarının kutsallıkla ilgili olduğunu bilen bu insanlar acıdan kurtulabilmek için yaşayageldikleri ve artık devam ettiremedikleri yaşantıda acılarının dineceği düşüncesiyle yaşayageldiklerini yeniden canlandırmaya kalktılar. Ancak, mümkün olmadı o kadar bölünmüş, parça parça olmuş insanlarla yeniden yaşayabilmek. Sonra acıya acıya tekrar diğer insanların acıtan günlük yaşantılarına onlar gibi katıldılar.

Ancak sır, konuştukları dilde ve ruhlarını konuşturdukları yaşantılarında gizliydi. Onlar farkında olmadan Tanrının gizemli dilini sürdürüyorlardı. Tüm var oluş bu dille konuşuyordu ve bu dili anladıklarının farkında bile değillerdi. Ruhları ve duyguları sığmıyor ve ruhlarını ve duygularını taşıyamıyordu yeni dillerinden hiçbiri. Yürekleri isyan ediyor ve acıya da bu, neden oluyordu. Evrenden ve var oluştan ve de anlamdan kopuyorlardı ve bu acı dayanılmaz bir acıydı. Bu acıdan kurtulmak da imkânsız bir şeydi.

Yeryüzünde bulunageldiklerinden beri yaşadıkları coğrafyada sayısız kez en zor koşulları tatmışlardı. Yakın zamanda Timur’un, Kırım’ın zalimliklerini tatmışlardı. Ancak, tüm zor koşullara rağmen ruhlarındaki sevinç yok olmamış, yeniden hayata devam edebilmişlerdi. Rusların en zalim davrandıkları zamanda bile ruhlarındaki o sevinçli ışık sönmemişti. Önce yavaş yavaş ruhları, sonra da ruhlarının bedene dönüştüğü sevgili vatanları işgal edildi.

Savruldukları ülkelerde işgal altındaki ruhları işgalcilerinin zincirlerinden kurtulamadı. Önce ruhlarını kurtarabilme umutlarını yok ettiler sonra da bedenleri amaçsızca savruldukları ülkelerin insanlarına karıştılar. Farkında değillerdi ama ruhlarını işgalden kurtardıklarında yeniden ruhları işleyecek ve o zaman, bir sinerjiyle yok oluştan kurtulacaklardı. Tek mücadele kaynakları vardı ama hiç birisi bunun farkında değillerdi. Yürekleri biliyordu onlarla konuşanın Tanrı olduğunun. İşgal altındaki ruhlarındaki sesler, öyle olmadığını söylüyor veya olmadık yollarda yürütüp yoruyorlardı ruhların sahiplerini.

Artık, o, yürek sahipleri bitap düşmüşler ve savruldukça acılarının da savrulacağını düşünmeye başlamışlardı. O, ruh sahipleri kendileri gibi olan ve kendilerini hatırlatan her şeyden kaçmaya ve duymamaya, hatırlamamaya çalışıyorlardı. Ama hepsi boşunaydı. Ya yeryüzünü ruhları için cehenneme çevirip sonsuz acıyla kıvranacaklardı ya da yüreklerini yeniden işitip, anlayacak ve bu acıya son vereceklerdi. Ancak ruh sahipleri Tanrının sözcüklerini bir kenara atmış ve sesler anlamsız ve silik bir hale gelmişti. Ama vardı o sesleri yitirmemiş olanlar. Sesler dayanamadı yitip gitmeye ve yüreklerine sabırla fısıldamaya başladı onları yitirmemişlerin. O yürekler yavaş yavaş başladı işgalden kurtulmaya. O yüreklerin sahipleri kutsal seslerin resimlerini başladılar çizmeye. Zor ve imkânsız olmadığını haykırmaya başladılar kurtuluşun. Ve karar verdiler Tanrının dilini konuşmaya.

“Öncelikle ne olduğunun farkında olursan, o zaman yapabileceklerini bilir ve gerçekleştirebilirsin!” dedi Çerkesce ve konuşmaya başladı.

Temelde neyin olduğunu ya da temele neyi koyacağını bilemezsen binanı sağlam kuramazsın ve yıkılır. Önce temelimizi atacağız ve yola o şekilde devam edeceğiz.

Öncelikli olarak Tanrı sana neden tzıxu(insan) diyor, bunun ayrımına varmalısın. Tzıxu ne demek, ayrımına var. Sen bilen ve farkındalık sahibi olansın. Farkında olmadığın karanlık her durum senin “tzıxu” olmana engeldir. Temeline, “tzıxu” olduğunun farkındalığını koyacaksın ve onun üzerine koyduğun her şey hiçbir zaman sarsılmayacak ve onun üzerine koyacaklarına sağlam bir temel olacaktır.

Sorgulamadığın, rastgele kabul ettiğin hiçbir şey senin gerçek parçan değildir. Onların üzerine koyduğun hiçbir şey, binanı yükseltmez. Eğer karanlığın üstüne yükselebileceğini sanıyorsan, karanlıklar içinde kaybolacaksın ve ışığın olmayacak.

Yaşadığın en büyük hazzın ne olduğunu düşün. Bana hak vereceksin. Bir şeyi netlikle kavradığın zaman, ruhunun en çok haz aldığı zamandır. Bunu biliyorsun. Kendine temel olarak “farkındalık” dışında bir şey seçtiğinde temelinin her zaman büyük depremlerle sarsıldığını ve tutunamadan yıkıldığını biliyorsun. Tzıxu olduğunu bilmeden değerli herhangi bir şey olamadığını, sadece anlamsız bir sürüklenen olduğunu biliyorsun.

“Bıtzıxume wutzıxuşş. (Farkında olursan insansın.)” dedi o kutsal ses ve işgal altındaki yüreğin en ortasındaki yerdeki işgalci düşünceler orayı terk ettiler.

TZIXUR ZERGUPŞŞISER GURAŞŞ.

(İnsanın düşünce merkezi yüreğidir.)

“Düşün.” Dedi o kutsal ses. ““Düşün.” denince nerede odaklanıyorsun? “ Ve düşündüm. “Düşünmek” deyince yüreğimde odaklandığımı ve yüreğimle düşündüğümü fark ettim. Ama düşünmenin “beyinde” olduğunun propagandası yapılıyordu her zaman. O kutsal dilde düşündüğümde ise düşünce merkezi yüreğimdi. Beynin egemenliğine yüreğimi zorladığımı ve de yüreğimin yalın gerçeklerle düşündüğünü fark ettim.

Kutsal ses yeniden seslendi: “Çerkescede neden bu kadar çok <yürek> içeren sözcükler var? Neler fısıldıyorlar, bir dinle.” dedi.

Yürekli sözcükleri düşünmeye başladım. Öncelikle “gutlıte” düştü yüreğime. ‘Anlama’nın, ‘yürek farkındalığı’ olduğunu ayrımsadım. Karşıdaki bir insanın yürekten bir sevgiyle yaptığı bir eylemin, yürekten sevgiyle karşılık bulduğunun o insana hissettirilmesiydi “gutlhıte”. Psikologlar, “empati” gibi bir karşılık bulmuşlardı bu kelimeye ve bu kelimeyi ortaya koymak için çok çaba harcamışlardı. Ama ben, “gutlhıte”yi hep tatmıştım. Anladım yiten şeylerin göründüklerinden ne kadar büyük olduklarını.

“Guı(yürek)” seslendi sonra bana. Beni işit, ben ne diyorum diyerek. Düşündüm. “Gu”nın Tanrısal işleyişin merkezi olduğunun ayrımına vardım. “Gu”, Tanrı demekti ve “guı(yürek)” ise “Tanrısallığa göre işleyen” demekti. O zaman “gupşşısen(düşünmek)”, “Tanrısal farkındalıkla değerlendirmek” demekti. Nasıl da fark etmemiştim bunu! Sonra “gupşşısen(düşünmek)” sözcüğünü böldüm. guı-pşşı-sen= Tanrısal farkındalıkla değerlendirip ben yapmak… İnsanın, yüreğiyle işlediği bilgileri üst üste koymakla “insan”ı inşa ettiğini anlayıverdim o zaman. Sonra “bilinçaltı “denen kavram üzerinde düşünmeye başladım. Yürek farkındalığı olmaksızın sadece beyinle “uygun olduğuna” karar verilen ve yüreğin onaylamadığı şeylerin bilinçaltı olduğunu kavradım. Peki o zaman beyin ne işe yarıyordu? Düşündüm. Beynin, yüreğin anlamıyla evrene dokunan eller olması gerektiğini fark ettim. Ancak beynin, “eller” olmak yerine yüreği hakimiyetine alarak insanı insan olmaktan uzak tutan bir varlık olduğunu fark ettim. Beyin, zorba bir güçtü ve yüreğin ilk savaşını ona karşı kazanması gerekiyordu. Tüm yüreksiz kavramların insanın bütünlüğünü bozan kavramlar olduğunu ortaya koymanın beynin hakimiyetine son vereceğini fark ettim. Beynin çizdiği sınırlarda yüreğin asla özgür olamayacağını ayrımsadım… Beynin sadece bir korku ve karanlıklar imparatorluğu ve onu yenmenin tek yolunun yürek gerçeklerinin ışığını korku ve karanlıklara düşürmek olduğunu fark ettim…

“Xuitınığe(özgürlük)” neydi peki? “Xuitın”, “onun için bulunmak” demekti. Özgürlük, dinginlik ve haz veriyordu. İnsansa yürek frekansında davrandığında dingin ve haz dolu hissediyordu. O zaman, yürek frekansında davranmak Tanrısal frekansta olmak olduğundan dolayı insan yeryüzünde Tanrıya verdiği bir sözden dolayı bulunuyordu. Bu söz ise Tanrısal farkındalıkla kendini gerçekleştirmek ve karşılığında farkındalığın hazzını yaşamak olmalıydı. Beyinsel özgürlükler çatışırken yüreksel özgürlükler empatik olduğu için büyümekteydi.

Kutsal ses yine seslendi: “Sınırsız olduğunu bilmezsen sınırlara mahkûm olursun. Beynin ve aklın sınırlarından kurtulduğunda gerçekleri o zaman daha net görürsün. Aklın, yüreğini evrenin sınırları içine hapsetti. Yüreğin, evrenin içine sığmayacak genişlikte. Dinle sözcüklerini. “Zı” ne demek hatırla. Her şeyi dolduran ve sonsuzluğuna genişleyen ve tekrar tek noktada birleşen demek. Bu, sadece evrenin doğası ve hareketi. Big-bang teorisi için onca çalışma bile yapmana gerek kalmadan kutsal dilin bunu sana fısıldıyor zaten. Ayrıca “zı”, “bir” demek. Tanrıya “zı” demek evreni tanrılaştırmaktan başka bir şey değil. Ama akıl, evrenden öte bir şeyi bilmediği için Tanrıyı “evren” ya da “mükemmel evren” zannetmiştir. Gerçek Tanrıyı ancak yüreğinle görebilirsin. Yüreğinle, Tanrının evrensel sıfatların hiç birini taşımadığını anlayabilirsin. Onun sayısının “zıri(sıfır)” olduğunu ve bunun hiçlik olmadığını “var olmanın” dayanağı olduğunu ve Onun tek sıfatının “f’ı(iyi)” olduğunu anlarsın. Gerçek Tanrıyı anlayınca, özgür olman gerektiğini kavrarsın, böylece esaretten kurtulur, “insan” olursun.”

Kutsal ses dedi: “Çerkesce Tanrının ışığıdır. Işıkla yıkan ve arın. Ruhun tekrar ışısın ki ruhunu işgal eden karanlık yok olsun ve özgür insan olasın.”

Marğuş Vezir

18.06.18

01:24

 

ÇERKES MİLLETİ ÖZGÜNLÜĞÜNE YENİDEN HAYAT VERMELİ

ÇERKES MİLLETİ ÖZGÜNLÜĞÜNE YENİDEN HAYAT VERMELİ

“Filistin’de yeşermiş özgürlük mücadelesini manipüle ederek insanları radikalize edenler, IŞİD vb örgütlerin mühendisi olan beyinlerdir. Yaşamadan ölmeye hazır kitleler bu beyinlerce öldürmeye ve ellerindekileri almaya müsait hale getirilmiştir. Özgürlük mücadelesi istenilen boyuta devşirilmiştir… Gözlemlerim ve iç sesim böyle diyor. Filistin halkı yeniden bu gerçekle kendini inşa etmelidir. Ülke ancak o zaman geleceğe bakabilir ve yaşayabilir.” Demiştim, meseleyi bizim açımızdan değerlendireceğim.

Binyıllarca kendi topraklarında büyük insan kayıplarına rağmen toprağına tutunabilmiş bir millettir Çerkes(Adıge) Milleti. Çerkes Milleti, binyıllarca özgün yapısıyla saldırılara karşı koyup kendisini savunmuştur. Çerkesyada pek çok din ve düşünce tarzı olmasına rağmen her inanışı tolere eden özgün yapıdan dolayı her seferinde dışarıya karşı verilen mücadele kazanılmıştır.

Çerkeslerin ilk kez özgürlük mücadelesinden yenik çıktığı 19. Yüzyıla baktığımızda geleneksel mücadele yönteminin pek çok açıdan bilinçli olarak aşındırıldığını ve dünya güçlerinin her türlü yöntemi kullanarak bunu gerçekleştirdiklerini görürüz. Osmanlılar, İngilizler hem doğrudan hem de dolaylı olarak Rusları oyalamak adına Çerkeslerin özgürlük mücadelesini deforme etmişler böylece Çerkes halkının geleneksel özgün yapısını işlevsiz hale getirmişlerdir. Mücadelenin özü özgürlük iken bilinçsiz ve de neye hizmet ettiğini verenlerin kendilerinin dahi anlamadıkları bir boyuta evrilmiştir. Şamil, Muhammed Emin gibi figürler bir tarafın çıkarına hizmet ettirilirken mutlak özgürlükçülerin kini ve öfkesi başka bir tarafın çıkarları için beslenmiştir. Herkes Çerkes Milletinden alacaklarını aldıktan sonra ise Çerkes Milleti sahipsiz yığınlara dönüştürüldüğü ve kendi adına mücadele edebilecek geleneksel bağlarından koparıldığı için toplu felakete uğramıştır.

Çerkesya en az 2 milyonluk insanını savaşı kaybederek sürgüne ve ölüme kurban vermiştir. Geri adım atmayan ve onuru için ölüme korkmadan giden bu insanlar eğer geleneksel yapılarını koruyor olsalardı daha uzun yıllar mücadele edecek güce sahip olacaklardı ve özgürlük mücadelesi de kaybedilmeyecekti. Kaybettiğimiz gün özgünlüğümüzün elimizden alınmaya başlandığı gün olmuştur.

İthal düşünceler bir halkı kurtaramaz ve geleceğe taşıyamaz. Bir halkı binyıllar boyunca alın teriyle yarattığı özgün yapısı geleceğe taşır. Bir halk kendisine ait olmayan yöntemlerle bir mücadeleyi kazanamaz. Çerkesler önce özgün düşünüş tarzlarına yeniden hayat vermelidir. Bundan geri adım atmadıklarında ellerinden kayıp gideni anlayacaklar ve yollarını binyılların tecrübesiyle yeniden şekillendirerek mücadeleyi kazanacaklardır.

 

Marğuş Vezir

10.06.18

22:53

 

ÇERKES GENÇLİĞİNE

ÇERKES GENÇLİĞİNE

İnsanlık tarihinin bilinen tüm çağlarından beri yaşadığımız vatanımızı kaybederek kokumuzda ve rengimizde olmayan iklimlere savrulmuş bir halkın çocuklarıyız. Savrulduğumuz iklimlerde köylerimize kendi rengimizi ve kokumuzu vermeye çalışarak son 20 yıl öncesine kadar rengimizi ve kokumuzu yaşatmaya devam edebildik. Rengimizden ve kokumuzdan çok şey yitirmiş olsak da yine de büyük ölçüde rengimiz ve kokumuz yaşamaktaydı. Korunaklı köylerimizden kopmak zorunda kalınca hızla rengimizi ve kokumuzu kaybetmeye başladık. Rengimizin hiçbir şey ifade etmediği yeni yaşamlarımızda kendi rengimiz ve biz olan şeyleri kutsamak ve yaşatmak yerine kendimizi değişik renklere boyadık ve kendimize değişik kokular süründük.

Kendi rengi ve kokusunu yaşamış olan bizler rengimizin ve kokumuzun hazzını aldığımız için onu öyle bir özlemekteyiz ki… Ve sizler, gençlerimiz, bizim günlük hayatımızda dokunduğumuz ve yaşadığımız kendin gibi olmayı aktaramadığımız gençlerimiz; sizler bizim yaşayarak dokunduğumuz kendi rengimiz ve kokumuza ruhlarınızda dokunuyorsunuz. Haz almıyorsunuz ve acı çekiyorsunuz. Ruhunuzda olan ancak gündelik yaşamda dokunamadığınız Çerkeslik haz yerine acıya dönüşüyor. Kiminizde öfkeye dönüşüyor. Bir şeyler yapmak için bocalıyor ve bir şeyler yapamamak çıldırtıyor sizleri. Bir kısmınız da ne yapacağınızı bilemeden hayatın keşmekeşinde yitip gidiyor ve ruhunuzun ikliminde olmayan hayatlar içinde ruhunuzu büyütemeden kayboluyorsunuz.

Acilen bir şeyler yapmalıyız. Zamanın ruhuna uygun şekilde kendi rengimiz ve kokumuza yeniden hayat vermeliyiz. Kendi felsefemizle, kendi düşüncelerimizle düşlerimizi hayata çizmeliyiz, yeniden Çerkes olmayı bulmalı ve yaşamalıyız. Ruhumuzu kemiren kendin gibi yaşamamak duygusunu yok etmeliyiz.

Kimseden medet ummayacaksınız ilk önce. Birilerine umut bağlayıp hayal kırıklığı yaşamayacaksınız. Güç ve imkanı siz yaratacaksınız ve kullanacaksınız. Büyüklerinizin umursamaz tavırlarını görmezden gelip canla başla çalışacaksınız. Üç beş kuruşluk harçlıklarınızı bir araya getirip birlik olup imkansız denilenleri başaracak cebine akrep kaçmış büyüklerinizi utandıracaksınız. Size gençlik anılarını anlatan büyüklerinizin sözünü kesecek ve size anı yaratacak güzellikleri niçin yaratmadıklarını soracaksınız. Niçin Çerkeslik için bu kadar cimri ve vurdumduymaz olduklarını soracaksınız. Niçin çocuklarının ellerinden geçmişlerini alıp atalarına ihanet ettiklerini soracaksınız.

Yüzünüzü vatanınıza döneceksiniz. Köklerinizi arayacaksınız. Masallarla gerçekleri ayıracak ve zamanın şartlarında düşüneceksiniz ve kurgulayacaksınız. Size Çerkeslik oynayan ve çerkescilik yapanlara aldanmayacaksınız. Size çerkeslik oynayıp anavatanı bir yanılsamaya çeviren tiplere prim vermeyeceksiniz. Çerkes kıyafeti giyip resim çektiren, anavatanda yiyip içen ve bunlarla kendisini adam zanneden ve dilinden çerkesliği düşürmeyen ancak halkının geleceği de umurunda olmayan tiplerden uzak duracaksınız. Sadece ruhunuzda duyduklarınızı anlamlandırmanıza yardımcı olan ; vatanınıza çıplak gerçekler ışığında sahip çıkmanız gerektiğini söyleyen ve size vatana gerçeklerle dokunmanıza ve anlamanıza yardımcı olan insanlara inanacaksınız ve onlara güç vereceksiniz. Size savaşla kutsal vatanı vaad eden tiplerden uzak duracaksınız. Kan ve ölümle yaşam kurulamayacağını bileceksiniz. Vatanı haketmenin vatan için terlemek ve yeri ve zamanı geldiğinde vatanda terlemek ve oranın gündelik yaşamının parçası olabilmek olduğunu unutmayacaksınız.

Vatanda Çerkesliğin kurtarılmış ve mükemmel olduğunu düşünerek hayal kırıklığına uğramayacaksınız. Vatanı efsaneleştirip gerçekler karşısında bocalamayacaksınız. Vatana kavuşmakla sizi kolay bir yaşantının beklediğiyle kendinizi aldatmayacaksınız. Vatanın Çerkesliğin doğal iklimi olduğu ve bu iklimde harcanan emeklerin boşa gitmeyeceği inancıyla oraya varacaksınız. Orada da türlü türlü insanlar olduğu bilinciyle gideceksiniz. Haini, üçkağıtçısı, serserisi olduğunu bileceksiniz vatanın. Korkmayacaksınız ve diyasporada herhangi bir yerde kendi hayatımızı kazanmak gibi olduğunu bileceksiniz hayatınızı kazanmanın vatanda.

Vatana ideolojilerle ve düşmanlıklarla gitmeyeceksiniz. Orada yaşamak ve ruhunuzun ikliminde yaşayan gelecek nesil içindir vatan, bunu bileceksiniz. Vatanda hangi işi yaparsanız yapın canla başla yapacaksınız. Terlemeyi ve haketmeyi göze alacaksınız.

Ve yüzünüzü vatana dönünce, kendi anadilinizi öğrenmek için çaba içinde olacaksınız. Kendi ruhunuzun öz sesinden ruhunuzun kelimelerini seslendirmeyi öğreneceksiniz. Ruhunuzla birbirine bağlı olduğunuz vatandaki insanlarımızla aynı frekansta buluşacaksınız. Ve elbette ki orada konuşulan resmi dili de öğrenme gayreti içinde olacaksınız. Zamanın ve dünyanın şartlarını gözardı etmeden kendinize hareket alanı yaratacaksınız.

Herşeyi kendi bileklerinizle kazanacaksınız gençler. Önce kendi rengimiz ve kokunuzu yaratacaksınız hayatınızda. Sonra ruhlarınız kendi iklimine akacak. Bir kısmınız ruhuyla beraber bedenini de ruhunun iklimine taşımayı başaracak. Bedenini ruhunun iklimine taşıyamayanlar dahi kendi ikliminin hazzını ve enerjisini tadacak … Ruhunuzun melodisini duymak yetmiyor gençler. Ona hayat vermek ve hayatı kendi rengi ve kokusunda yaşamak gerek…

Marğuş Vezir

20.08.15

00:34

ÇERKESYA SEVDASI GENÇLERİN YÜREĞİNDE YEŞERİRSE ÇERKESYADA YENİDEN YEŞERECEK ÇERKES HALKI

ÇERKESYA SEVDASI GENÇLERİN YÜREĞİNDE YEŞERİRSE ÇERKESYADA YENİDEN YEŞERECEK ÇERKES HALKI

Hayatınızı kazandığınız yerde çakılı kalmak… Pek çoğumuzun başına gelen şey budur. Onca vatan sevgimize rağmen kurduğumuz düzeni kırıp yeniden bir düzen kurmaya gücümüz yetmiyor çoğumuzun. Hayat kavgasına başladığımız yerden kendimizi sıyıramamaktayız. Aile, çocuklar, yeni iş güç edinme sıradan bir Çerkes ne kadar vatansever olsa da kolay aşamayacağı zorluklardır. Hayat düzenini eşdeğer kalitede yeniden kurmak maalesef ki parasal imkanlara bağlıdır ve bu imkana sahip olan ve yaşamını yeniden Çerkesyada kurup devam edebilenlerimiz azdır. Her türlü zorluğa rağmen vatanda yeni bir hayat kuran ve orada yaşayanlarımız da vardır az da olsa.

Hayatını yeniden vatanda pratikte sürdürebilecek imkana sahip olmayanlarımız dahi bu gerçeğe rağmen yine de vatanımız olduğunu biliyoruz gelecekte Çerkes olarak geleceğe uzanmanın mümkün olduğu yerin. Yapabileceğimiz ve elimizden gelen şey ise yeni nesillerin vatanla bağını kurmak ve bizzat vatandakilerle etkileşimde bulunarak gençlere vatanda hayata atılma kapılarını açmaktır. Bu atalarımızın rüyasını kendi adımıza gerçekleştirme olanağını yaratmasa bile atalarımıza olan borcumuzu bir şekilde ödemektir. Bize düşen gençlerimize etkileşim zemini hazırlamak ve onlara elden geldiğince destek olmaktır.

Belki bizler vatan için kayıp nesil olacağız… Gençlerimize vatan toprağında yeşerme imkanını verirsek onlar vatanımızın üzerinde sürekli var olacak ve atalarımızın acıyan ruhlarını iyileştirecek soluk olacaklar. Gelecek nesiller geleceğe güvenle bakabilecek böylece. Zorundayız… Gençlerin yüreğine Çerkesya sevgisi ekmek ve hayata orada başlamaları için elimizden geleni yapmak zorundayız.

Marğuş Vezir

03.06.17

01:03